17 Mart 2015 Salı

''GÜRSEL'' OLABİLMEK

Gürsel, duygu ile mantığın birleşiminden doğan düşünceler gürlük kazanarak, fikirlerin sele dönüştüğü taşkın kişilik demektir. Taşkın, yani dolu dolu olmak; tabii, doluluğun içeriğinde oldukça meşakkat barındıran bir aşk olması gerekir.

Aşk, efsunlu bakışlarda gizlenen gizemli busede saklı...
İnsan asla hayal bile edemediği bir hayalin eşiğinde, işte aşk bu demektir.
Aşksız dolu olunamayacağı gibi, doluluğu rahat edecek taşkınlıkta da olunamaz.
Kör düğüm misali hakikat davasının sevdasına aşık olmak, ancak ''Gürsel'' olabilmektir.
''Gürsel'' olabilmenin haykırışları:
Fanilikle boğuşur, fanice yıkıp, yakar geçer-giderim; madem bu fanilik-de bana akıl mazhar edilmiş; bu akılla fanice davranmamın ne akla kar olabilir ki, faninin içinde fani kalıp faniyi isteyebilirim. Akıl da fani; akıl öyle bir fani ki, içinde bulunduğu hayatın ve kendisin dahi fani olduğunu anlayabilecek kadar da baki. Akıl sermayesi kendi faniliğinin acizliğinde olduğunu görebildiğinden dolayı fani olanı isteyemez. Fani olanı isteyen akıl, nefis-i virüsün tesiri itibarına maruz kalmışı sonucu kronik hastadır.
Ömür elimde bana mahkum ve ben ömrün elinde ona esir; birbirimize sadık iki köle; ne ben onu yaşarım, ne de o beni yaşar; onu yaşadığını sanan ben, beni yaşadığını sanan o; ve birbirimizi sandık sandıklarımız, hiç sana-bilemediklerimiz imiş. 
Ömürle bağımız kör düğüm ve bu bağı yaşamaya etkenimiz zaman...
Zaman her ikimizi de birbirimizden kıskanır derece seviyor; öyle bir seviyor ki, bizi bize yaşatıyor ve garip olan tarafı da, bizi bize yaşatırken bizi bizden ayırıyor; yani birbirimizi yaşarken, birbirimizden ayrılmaya hizmet ediyormuşuz da haberimiz yokmuş... Acaba zaman dost mu, düşman mı? Buna da cevap veremiyoruz ki... Çünkü, onsuz birlikte olamıyoruz, onunla da birlikteliğimizin sonuna hizmet ediyoruz. Velhasıl, birbirimize mecbur iki aşıkın birlikteliği, geçen her salisede zaman bizi bize bir adım terk ettiriyor.
Zamanın vicdanı yok fanilikle ve biz maşuklar bir olduğumuz fanilikle ayrılmaya servis yapıyoruz.
Ömür, zaman denizinin sadece bir damlası bile değildir.

18.03.2015/03:03

Gürsel Özkır

16 Mart 2015 Pazartesi

KENDİN OLMA(K)MAK



Kendin olmak onur-e ve kendin olamamak ise egoist bir değer çerçevesinde yer almaktadır. Ego ve onur arasında gel-git yaşamak, kişiyi kendi olmaktan alıkoymasına büyük sebeptir. Bazen kişi kendisine doğru gelen tarafa meyillenmesi ve bazen de kişi kendisine keyif veya zevk verecek yöne doğrulması pozisyonunda, kişi kendinin kim olduğuna karar kılmakta gel-git duyusuna mahkum olmaya mecbur bırakıyor. Bu mecburiyet güdüsü, insanın duyu dürtülerini has-safhada desiselere ter ediyor. Terk-i diyara intikal'en desiselerin icraatı da zifos manzarasını doğurur. Zifoz manzarasında kişi karakter kimliğini tanımayacak kadar hüviyetine yabancı kalır. Yabancı olunan hüviyete hürriyet bahşet edilemez; yani, kendin olamama duyusu, kişiyi, kendine yabancı olmaya esir olacak büyük bir etken ve bu etkenin ise hayalini kurabileceği ve susacağı arzusunun en güçlü tılsım da özgürlüktür.
Kendin olamamak başlı başına bir korkudan ibarettir; soyut veya somut bir menfaatin idesine ikamet gereği kaybetme korkusu veya herhangi bir fiziksel ya da ruhsal şiddete maruz kalma korkusu; dayak yeme kuruntusu, reddedilme, dışlanma, hor görülme, kabul edilmeme, aşağılanma işkilinden doğan korkulardır kişiyi kendinden eden derin ve ağır etmenler.
Tabii, bu etmeleri yaşamayı göze almak pek zor olduğu gibi, çokça cesaret ister; oldukça duyarlı ve alçak gönüllü olma pahasına bir cesaret gerektirir. Aksi halde bu uğurda atılan bütün adımlar yoktan ibaret olur. Çünkü vasfı işlevsiz kalmaya oldukça müsaittir.
Kişinin kendi olmasına kanıt, gerçek gerekçesinde gerçekte samimiyettir.
Samimiyetin dışında bir samimiyette olmanın aracı yalan ve bunun etkisine savunmasız kalınan hüküm ise, sahtekarlıktır.
Kırmamak için başvurulan yalan yolu, zamanla kişiyi kırmaya ve sonrasında ise kişinin kırmak istemediği kişiyi derin kırmasına nedendir. Bu duygusallıktan kaçınılıp, akabinde bir doğaçlama eşliğinde analiz edildiğinde; kişi kırmak istemediğini zaman aşımı gereği büyük kırmamak adına, erken davranarak küçük kırmayı tercih eder ve bu dobra oluşuyla yalandan kaçmış olacağı gibi, samimiyetin birlikteliğine daha bir renk katmış olur. Çünkü, hatayı veya yanlışı görür vaziyette ve bunun tasvibi olmaz düşüncesi kurgulanıyor ise, gerçeği savunma sevdasında tüm kayıpları göze alarak bunu erkenden söylemek en ideal olanıdır. Öyle ki, çözümsüz sorunun olamayacağı inancında olunduğunda, saklıya ihtiyaç duyamaz bireyin kendisi.
Çözümsüz görünen sorunlardan ötürü, gizliler çoğalır, gizlileri saklı tutma düşüncesinde beyaz nidası altında yalan ismi vasıta olarak kullanılır ve bu araçtan dolayı da samimiyet sarayı yıkılır.
Kendin olamamanın en büyük sorunu, samimiyetsiz samimiyettir ve samimiyetsiz duygunun da en büyük sorunu, korkudur.

Kesinlikle korkaklar asla samimi ola-bilemezler.
Samimi değilim veya seninle samimi olamam diyebilmek dahi samimi olmaktır.



17.03.2015/00:30



Gürsel Özkır

15 Mart 2015 Pazar

ACIMADAN YAZARIM VE YAZMADAN YAŞAMAM

Acımadan ve korkmadan düşündüklerimi söylemekten ve yazmaktan ne korkar, ne de acırım. Öyle ya dobra olmak gerekir; gerçekle yüzleşip, kaybı her ne ise kendisini yaşamaktan korkup, kendine acıyacak kadar aciz ve bencil olmamak gerekir. Nefret edilme pahasına bile gerekiyorsa söyler ve yazarım. Zira insan düşündüklerini söylemiyorsa, bunun neticesinde de açık bırakacağı bir kapı olması düşüncesi yatıyorsa ve üstelik bütün bunları görmezden gelir derecesinde ittifakı yürütüp birliktelik süsü adı altında bir samimiyetin içinde bulunuyor ise; işte bu durum, menfi arzularına mahkumluğu gereği, en içten sahtekarlık pazarlamasında ustalaştığı duyudan ötürüdür.
Yazdıklarıma hiç acımıyorum! Ve sonuna kadar da hiç acımadan yazarım duygularımın çağrıştırdığı düşünceleri... Çünkü, bu hayatta kaybımın olmasını istediğim tek taraf, dobra oluşumun icraatıdır. Ve bu icraata hizmetimi kusursuz ve beklentisiz beklenti de sunmak çabasında olmaya gayret ederim. Bu gayretimin yegane amacı, olduğum gibi olmaktan acımadığım için. Kusurlarımla zengin olduğum gibi, zenginliğimi yaşamaktan acımaz ve kendisini gizleme korkusunda olamıyorum. Öyle ki; ikilemde kalmayı, kararsızlıkta olmayı ve özümü saklayacak belirsizlikte yaşamayı kendime ve ittifakta olduklarıma bir hakaret kabul görür neticesinde kendimin dışında bir rol oynamayı etik göremem. Etik görmediklerim ise asla benim ilgi alanım olabilemez.
Evet aynı zaman da ben bir tiyatro oyuncusuyum ve fevkalade zor rolleri pek gizemli yerinde oynayabiliyorum. Bunu yapabilmem, hayatın yaşam dönümlerinde özümün dışına çıkıp farklı rollerde oynayabileceğimin manasını çağrıştırmasına bir sebep değildir. Misal: Olmayacak veya olması muhtemeli çok zor ve hatta imkansız denilebilen hayaller kuruyorum; bu hayaller akabinde ise hayatı hayali değil, gerçek yaşıyorum. ''Hayal kur, gerçek yaşa!'' sözün özünde olduğu gibi, bir sanat eseri olan tiyatro rolünü yerinde hakkıyla oynar, tiyatro sahnesi dışına çıktığımda ise gerçek özüme döner, oynamadan kendimi yaşarım.
Her neyse...
Acımadan yazarım ve yazmadan da yaşamam.
Yazmadığım bir gün olduysa, işte o gün, öldüğüm gündür.
15.03.2015/18:30

Gürsel Özkır 






13 Mart 2015 Cuma

UYANIŞ&YAKARIŞ

Yıllardır, hatta doğmadan önce beni vadinin kör kuyusunda gözleri kapalıhapsetmeye, kendilerine mahkumdiretmeye ısrar ettiler bahar görmemiş vicdan çölleri. Çok uğraştılar beni benden edip, kendilerine uşak kılmaya... Ancak adımın özgürlük, soyadımın eşitlikolduğunu bilemiyorlardı... Yıllardır eşitlik ve özgürlük gözlerimin kapaklarını haksızlık kayalarının ağırlığına ve eşitsiz işkence yüküne terk ettiler. Bilemezler ki, terkedilen özgürlüğün ölebilemeyeceğinive öldü zannedilen eşitliğin ise bir gün mutlaka dirilebileceğini...
Ben dirildim!
Ben uyandım!
Bu haykırışlarım haktan yana, haksızlığa karşı adaletimin sesidir; ve adaletim, vicdan baharından ırak kalamaması asaletinde aslolandır.
Ve işte şimdi...
Bütün haksızlığa yakarıyorum güçlü sesimin nidasıyla; ve bu ses asla gerilemeyecektir. Zalimlerin bitti dedikleri eşitlik özgürlüğü ve/veya özgürlük eşitliği; içimdeki özgürlük-eşitlik anlayışı bitti demeden katiyen bitebilemez. Aksine her şey yeni başlıyor; bütün faşistlerin zulmüne karşı  özgürlüğün eşitliği ve/veya eşitliğin özgürlüğü,hepsinin bedelini bir bir ayrı ödetmeye içten kararlı vaadinde. Asıl her şey yeni yeni başlıyor...
Olacak akıbetin bedelini her şey ile ödeyebilecek ve ödetebilecek kadar çılgın, içimdeki eşitlik- özgürlük anlayışı.        
Öyle ki; bir toplumda eşitlik özgür olamıyorsa ve/veya özgürlük eşit olamıyor ise, o toplumda adalet söz konusu kesinlikle olabilemez.
Adaletsizliğin olduğu toplumda adaletimin sesi vicdanım asla susabilemez.
Gürsel Özkir

HAYA DUYGUSU

Sorunları çözebilmek, gerçekleri görebilmek aşkıyla birlikteliğe daha da bir renk katmak için, durmak bilmeyen azim ısrarının önü kesecek tek şey, hayaduygusudur.
Haya tek taraflı istemenin esrarındaolduğuna, istenmediğine ve hatta rahatsızlık verdiğine emin olduğu saniyeden sonra, çağlayan gibi akan ısrarınönünü makas gibi keser. Ne garip kidurmak bilmeyen ısrarın aniden makasgibi kesilmesi...
Haya duygusu gerektiği dönemeçte kendisine yaver mahayetine talip olmayı hacet görmeyecek kadar tok bir ekol sayreder. 
İşte haya duygusu bu denli güçlü bir frekanperiyodundadır.

Gürsel Özkır

YAŞAMA(K)MAK

Varolunduğu için düşünülür, yaşanılır ve yaşanıldığı, düşünüldüğü için de varoluşarenk, tarz, güç ve enerji katılır.
Düşünce varoluşa delil olduğu gibi, yok oluşa da sebep bir silahtır.
Bu silahtan doğan ölüm illaki direkt bedeni cesate çevirmesi değildir; bedenecanlı cenaze yaşamayı sunmasıdır. Böylesi yaşamak, ruhun derinliğinde ruhu ince parçalara ayırmak misali, ruha hazin güzüyaşatmaktır.
Varlık sözü evrensel olsa da oldukça küçük mikroorganizmalar tarafından bütünleşmiş bir şekili sahiplendiği gibi de ansızın yok olmaya, ya da tekrar küçük mikroorganizmalara dönmesi an meselesi olabiliyor.
Gürsel Özkır

12 Mart 2015 Perşembe

ETİK&AHLAK

İyi veya kötü insan diye insanlık tanımlaması, etiğin ahlak ve ahlakın etik yasası derinliğinde böylesi bir ayrımsınıflaması yoktur. Etik ve ahlak yasası, insanlık şerefine bu denli yaklaşımı insana yakışık kabul edebilemez. 
Güzellik iyi insana yakışır; iyi insanın güzelliği, insanlık sorumluluğu ile paylaştıklarının içeriğindeki ahlakın berrak duruşunda saklı. Buradaki ''ahlakın berrak duruşu'' sözü; insanı tanımlayan ''iyi''sözünü siler, zira, insan ahlak ile iyi olduğunu değil, insan olduğunu savunur. 
İnsan ya özünde insandır ya da özünde sadece insan görünümlü insandır. Etik ve ahlak yasası ''iyi'' tanımlamanın insanın sahip olabileceği değil, tamamlayabileceği bir hüküm olduğunu ileri sürer. Dolayısıyla ''iyi'' bir tanımlama değil, bir kavram olarak ele alınır. İnsan bu kavramı yaşayıp ve yaşatarak tamamlamak suretinde bir sorumluluğa sahip. Çünkü insanlık özü zaten iyilikler üzerine kuruludur; bunu muhafaza edip yaşatan insaninsandır, aksi ise görünümlü insandır. Etik ve ahlak yasasına göre insan ya insandır ya da insan görünümlü insandır, ortası yoktur.
Gürsel Özkır

DİPSİZ OLMAK

Dipsiz, dibi olmayan veya dibine erişebilecek ömürde veya güçteolamamaktır. Dipsizin dibini merak etmek ve bu uğurda yürüdüğünü bilmek oldukçakorkutucu. Belirsizlik ve bilmezlik de dipsize eşdeğer diptedir. İnsan bilebildiği ve belirleyebildiği kadarından daha çok bilemedikleri ve belirleyemedikleri vardır. Tıpkı sonsuzluk misali dipsiz olmak.Sonsuzluğun aslı, zamanın ölmüş olması demektir. Zira, zamanın olduğu yerde sonsuzluk bahisten söz edilemez. Zamanınsonu mutlak; mutlaklığın ölümü sonsuzluktur. İnsan içinde kendini belli gördüğü zamanın terkine intikal ettiğinde ancak sonsuz olur.
İnsanın en çok korktuğu şeydir sonsuzluk; zira sonsuzluk, oldukça sonsuz belirsizlik eşliğindedir.
Ve sonsuzluk insanın ruhunda var...
İnsan ruhunda olandan korkacak kadar ürkek ve aynı zamanda da insan korkacak kadar cesur.
İnsan negatif ve pozitif ikilisini bir arada yaşayacak derecede ayrı ayrı dönemeçlerde hayatı yaşar.
Gürsel Özkır

KİMSE DEĞİŞİMİM OLA'BİLEMEDİ

Bir seyahat aşkıyla doluyum ve yolu sevgi ve azimle yürüyorum, kimsenin dur demesine fırsat vermeden gidebileceğime kararlı gidiyorum, derin ve acı yıpranmaları iyileştirmeye veya düzeltmeye; her neyse işte gidiyorum...
Değişime hasret ve istek barındıran gönül hanelerini akıllarıyla aşk yaşamalarına vesile olmaya gidiyorum; hem de dur demeden, kendime durak tanımadan..
Bir gönül güzelliği ile duyularının nadide ve narin bir incellikle duyguya canlılık katması, yerimde oturur vaziyette duyguya iyilik ve güzellik katmadan beni zaptedemiyor.
Koştum bunca ve onca yolu aşkı aşkla tanıştırmaya...
Yürüdüm, uğraştım, boğuştum, savaştım ve pek de ter döktüm sevdayı sevdaya kavuşturmaya kendime sorumluluk bildim.
Evet...
İşte bu..
Buldum!
Benim arzu ettiğim ve ettiğimde kararlı bir sorumlulukta olduğum değişime susamış güvercini...
Kollarını açmış neşesinde heyecanlı beni benden kendisine gitmemi bekler ve beni kendi olmamı ister aç bir sevgiyle...
Sevgiye aç, değişime hasret ve gelişime meraklı güvercinin tüyleri oldukça sıcak ve içimi içimde ısıtıyor içimi kimseye vermeden...
Artık emek başlasın, sabır gürleşsin, akıl dizayn olsun, fedakarlık tohumu ekilsin, sevgiye ve saygıya değerle bakılsın;birlik ve dayanışma samimim olsun ki almayı düşünmeden vermeye başladım...
Vermeye başlıyalı epey zaman oldu, almayı düşünmediğim halde üstüne oturduğum birlilktelik rükamiyenin teni çok dikenli ve sebebi itibarice almamayı düşünmek durumunda sadece canımın acıtılmasını istemem senden ey güvercin.
Vermeni istemem, yine de hiç bir şey verme! 
Duyarlı olmanın dezavantajını bir kez daha yaşadım, olsun gelen duyarlı olmaktan gelsin eyvallah...
Sarıldığım güvercinin karga olabileceğini düşünmemiş veya karga olduğunu görememişim sadece...
Ancak şimdi hayvanları da artık tanıyabiliyorum hem de daha net.
Seyahatimin asıl özeti ise;
Kimsenin senin için değişemeyeceğini, değişse dahi sadece kendi için değişebileceğini ve hazin olan tarafı da, senden alabileceği değişimi bir koz olarak kullanıp, bir gün sana karşı senin zaaflarına dokunacağı şüphesinicebinde bulundurmayı asla ihmal edilmemesi gerektiğini iyice yaşadığımı anladım ve anladığımı da yaşadım.
Değişemeyecekler için de; uğraş verip de kendi fedakarlığınla kalıp ve değişime aza ferdini de boğmakla kalmamaken ideal olanıdır; ve bunun içinde erkenden değiştirme duyu hissiyatından vazgeçme durumu gereği bu niyeti geciktirmeden kesmek kesinlikle şarttır.
Gürsel Özkır

HÜZÜNLÜ HAZAR


HÜZÜNLÜ HAZAR
Susmaya karar verdim! Verdiğim bu kararda, gönlüm sadece bana konuşur ve beynim ise bütün insanlara. Öyle bir dava edindim ki güçlü inancımla, öldükten sonra insanlara hediye edebileceğim güzellikler dolu kalender bir eser bırakabilme aşkıyla doldum. Ve bu aşkla da gönlümü susturmak isterim ki beynimi azimle konuşturabileyim. Gönül yaramı beynime merhem tercih ettim. Beynimin merhemi sükutunu giyme vakti geldi. Konuşmadığı kadar konuştuğu bir sükut elbisesi var artık. Kendisine sükutu hediye ettim diye bana oldukça dargın. Belki de bir hediyeye ancak bu kadarhüzünlü hazar sağlanabilir. Merhemin adı artık hüzünlü hazar oldu. Fikir mühendisi ünvanına nail olması için beyin üniversitesini bitirmeyi sağlayan, içeriği bilim olan güçlü ve ağır bir kitap. Kitaplar da konuşmaz, okunulur ya; işte hüzünlü hazarın da dili yok, manzarası ise çok mana barındıran ruhani bir doğa harikası oldu artık.
Gürsel Özkır

Yalnızlık Teoremi

"Bu belirsiz bir bilinmezlik değil, uçtan uca şifrelenmiş bir şey de değil, aksine, ardına kadar önü açık ve kapısı olmayan bir şey ya ...