30 Nisan 2015 Perşembe

KİMSESİZ VE BEN

Yaprak döken ağaçlara sarıldım, Boncuk boncuk terledim öylece, Bir dokunuş beni benden alıyor, Gönlüm dökülen sayfalara hazin ağlıyor, Bu döküntüler ruhuma ince ince batıyor, Beni bana ırak ediyor bu yapraklar. Güneşi batmış günlere varıyorum, Fedakarlığı içten çağırıyorum, Sesimin derin titreşimiyle bağırıyorum, Nefretlere nefretimi yağdırıyorum, Sevgiye sevgimi destan kıldırıyorum, Hayatıma kimsesizleri sığdırıyor'um, Son dedim kimseli hayatımı; Kimsesizlere armağan ediyorum, Ve artık; Kimsesi batmış kimselere kimse olmaya gidiyorum. Gürsel ÖZKIR

25 Nisan 2015 Cumartesi

AŞK

25 Nisan 2015/Cumartesi/13:43/Gürsel Özkır Aşk, efsunlu bakışlarda gizlenen gizemli buse de saklı; İnsan insan asla hayal bile edemediği bir hayalin eşiğinde; işte aşk bu demektir. Zorlu bir serüvenin yalnızlığa yalvardığı kimsesizliğin ve biçarelerin çareye derman aramaları tılsımıyla savaşma arzularının birbirine susamış maşukların destanı.... Sonu olmayan, ancak başlangıcında da farkında olmadan nelerin olup, nelerin bittiğine... Belki de bu olsa gerek aşk; farkında olamamak ve sonrasında ise farkında olduğunda mantığına söz geçiremeyecek kadar azgın duyguların gölgesinde mahsur kalmaktır. Buz okyanusu bile eriten aşk neşesi, insan olan beşerin yüreğinde dolaşır ve bu yürek, öyle bir yürek olsa gerek ki, nefrete ve yandaşlarına meydan okuyabilecek kadar cevval ve cesur.... Aşk, cesaretin kendisi, sabrın değneği, birlikteliğin neşesi veya ayrılığın hediyesidir. Cesaret, maşukların aşk saltanatını inşa etmesinde en büyük etken olduğu gibi, bu yolda olması mecburiyeti barındıran ihtiyaçların olmazsa olmazıdır. 25.04.2015/13:43 Gürsel Özkır.

22 Nisan 2015 Çarşamba

KAVGAM

Kavgasız kalırsam kendimle, kendimden öte gidemem kendime... Kavgalı kalırsam kendimle, kendimden beri gidemem kendime... Kavgam Ali Ayşe ile değil, sadece kendimle; Kendimle olan kavgamda, Ali Ayşe'nin alındıkları da olmuyor değil, eyvallah. Sonsuz belirsizlik ve dipsiz karanlığın boşluğu avucunda kendimle kavgalıyım. Gittikçe sivrileşen cehalet dişimle, imkan tanımayan asi imkanlarımla, ölüme yaklaştıkça ölümü unutan zayıf hafızamla, işine gelmeyeni anlamayan bencilliğimle ve rahata aşık çözüm üretemeyen tembel zekamla kavgalıyım. Şöhrete, makama, süs güzelliğine, paraya, haksız kazanca ve insanlık dışı insanlık bakışımla karşılıklı sevdalı iki kavgacıyız. Buz okyanusu misali düşman kesilen egoist benliğim, acı biber gibi kapak bırakan kendini beğenmişim, yaraları yakan tuz bakışlarım; evet evet sizlerle, sizlerle kavgalıyım. Ey kavgalı olduklarım! Diyeceksiniz ki, kavgalı oldukların senin benlik parçaların... Evet, doğrudur; benlik parçalarım sizlersiniz. Ve sizler, aslolan bana eşit yakınsınız... Bu yakınlık yetisine dayanarak bana biz seniz diyene, karakter madeniyle biçimlendirmeden birlikte duramam yerine. Şunu da söylemek isterim: Ben değişimi gelişmek için çok severim ve sevdiğimi de asla ihmal etmem, sahiplenirim, ilgilenirim ve gereğini kendisi için kendim yaparım. Eş olduğumuz benlik evinde kavgasız olmamızı istiyor olabilirsiniz. Ancak unutmuş olduğunuz önemli bir etkenin hükümsüz kalamayacağıdır; o etken, birlikte olduğumuz evin reisi asolan benin olduğu. Kavgasız olmamızı isteyen sizler, bana biat edin. Ve sizlere ilk ve son emrim, şimdinizle kavgacı olun... Zira ben, her daim kavgacı oldum şimdiki benle. 23.04.2015/02:02 Gürsel Özkır

19 Nisan 2015 Pazar

AL ELİNE KALBİNİ

Al eline kalbini ve en derin duygularla okşa...
Okşa ki, sahipsiz kalıp marazlara siper olmasın...
Kalbini düşürmek ihtimaline karşı,
Hayali manzaraya ulaştırmak üzere hiç durmadan hızlı adımlarla hep koş...
Koş ki, garazlar kalbine yetişebilmesin.
Hiç bir zaman susturma o kalbini!
Hayat kısa;
İçinden geldiği gibi konuşmasına müsade et ve ola ki mantığına söz geçirmek gereğinde kalbinin duygularını bastırırsın;
Bunu sakın deneme!
Özgür bırak o kalbini ve işkence çektirme kendisine...
Çünkü, hayat kısa ve dönüşü asla olamayan bir yolda yolculuk etmektedir...
Ve böyle bir zamanı birdaha bulamayabilir nezaketinede kendisne incelik lutfet...
Ölmek üzere yaşayan kalbine hayat ver, olan hayatını da kısıtlama...
Elinde olan zamanı büyük bir heyecanla koştur,
Çekinen duygularını zamana konuştur...
Her şeyi anında yaşat kalbine;
Sevmekse, bağırmaksa, kızmaksa, sinirolmaksa, nefret etmekse, ağlamaksa, evetse, hayırsa...vs her ne ise zamanında konuştur kalbini...
Kalbini bir gurura ve bir inada mahkum bırakma...
Öyle ki; gurur ve inat kalbin büyük düşmanları ve ne olurasa olsun kalbini bu ikili yaverin gölgesinde bırakmayasın...
Yoksa, sıcacık duygu selini barındıran kalbin ısısını kaybeder, donmaya maruz kalır...
Dolayısıyla her şeyi zamanında yaşamasına özgürlük tanı kalbine...
Bırak bu ölümlü dünyada kendinisinin bişeylere mahkum diretmeye, inan mahiyete hacet yok.
Büyük bir sevgiyle koşmaya devam ettiğin hayali manzarana kavuşma neşesinde olduğun, ancak henüz kavuşmadan tökezlenebilir ve düşebilirsin...
Unutma ki! 
Düşebilirsin, düşsen de inan yeniden kalkabilirsin ve hiç hecan neşesnden uzaklaşmadan aynı tempoda hayali manzarana kavuşabilme umudunda zamanı koşabilirsin, yeter ki; kalbine anı yaşatmayı esirgeme, hiç bir zaman...
Kalbin senin ve sen kalbininsin; seçim senin ve seçimin kalbinin seçimidir...
Siz ikiniz bir olan bir bütünsünüz, her zerreniz birbirinizi etkileyebilecek bağlamda bağlısınız...
İkinizin bir kılan bağınızın güçlü ve sağlıklı olmasını dileriz kalbimle birlikte.

19.04.2015/20:20

Gürsel Özkır

14 Nisan 2015 Salı

KORKUNUN SANATA ZARARI

Korku sanat atölyesine zarar veren, alınması gereken verimi en düşük seviyede seyretmesine büyük etken. Zira sanat atölyesinde figüran veya kahraman kendi payına düşeni gerçekten sığrılıp gerçekçi oynaması gereken bir sahne. Ve bu sahnenin gerçekle ilgisi olmadığından dolayı, payına düşeni bir sinyal vereceğinden, kendisini bir mesaj olarak görüp ve üstleneceği rolü gereği iletiye önem arz etmesi gerekir. Oysa korku olduğunda, dolayısıyla ego galeyanda durduğunda, bazı rolleri kendi ağırlığına uygun olamayacağı ve kendi benliğini ilkel kılacak hale düşüncesine binaen utanır, çekinir; dolayısıyla korkar; egoist tavrına hüküm geçiremez . İstisnalara seyahat edildiğinde korkunun dostluğun olabilse de, düşmanlığı çok çetin olup ve farkına varılmaksızın vereceği zarar çok şiddetli olur.
13.04.2015/17:45/Pazartesi

Gürsel Özkır

9 Nisan 2015 Perşembe

GERÇEĞİ DUYSAN GERÇEK OLDUĞUNU ANLAR MISIN?

Bionic -Gerçeği duysan gerçek olduğunu anlar mısın?
Gürsel -Hayır anlamam!
Bionic -Ya ne yaparsın?
Gürsel -Anlamaya çalışırım.
Bionic -Neyi?
Gürsel -Duyduğumu.
Bionic -Neyi duydun ki?
Gürsel -Anlamadığımı.
Bionic -Anlayamadım.
Gürsel -Duyarsan anlar mısın dediğin gerçeği.
Bionic -Duyduğun gerçeği neden anlayamazsın ki?
Gürsel -Anlayamadığım değil, anlamadığım gerçeği.
Bionic -Peki neden?
Gürsel -Zira duyduğum gerçeğin gerçek olduğuna ve duyduğum gerçeği gerçekten mi duydum diye işkillenirim.
Bionic -Sendeki bu kuruntunun amacı nedir?
Gürsel -Duyduğum gerçeğin gerçek olduğuna inanmaktır.
Bionic -Anlayamadım. Nasıl yani?
Gürsel -Bu şüphem gereği analitik ve analiz basamaklarını duygu eşliğinde dans eden mantığın akıl süzgecinden geçirerek aşmak durumunda olmaktayım.
Bionic -Analiz, analitik, mantık ve akıl tamam da... Peki ya duygu ne alaka?
Gürsel -Çünkü analiz, analitik, mantık ve akıl süreçleri ancak duygu ile işlevsel olabilirler.
Bionic -Peki. Diyelim ki duygusuz olmasına ilşkin yine de analiz, analitik, mantık ve akıl basamakları işleyişte olabilir olsa, o zaman ne olur?
Gürsel -İşte o zaman, bu varsayım yoksayım olur; varsayımı yoksaymasak eğer, işte o zaman, duyulan gerçeğin gerçek olduğunun belirsizliğine gidilir.
Bionic -Nasıl olur ki öyle?
Gürsel -Zira duygu, aklın algılamasına ve idrakına en büyük etkendir. Bütün verileri akla o getirir. Dolayısıyla akıl duygudan yoksun varım diyemez ve bu netice gereği duygudan mahrum akıldan böylesi gerçeği anlama izlenimi beklenemez.
Bionic -Yani gerçeği duyarsan gerçek olduğunu anlar mısın?
Gürsel -Evet!
Bionic -Peki nasıl, bunu bana söyleyebilir misin?
Gürsel -Eğer gerçeği duyamıyorsan, bunu sana kimse söyleyemez!

09.04.2015/23:03

Gürsel Özkır

5 Nisan 2015 Pazar

ACI


 06 Nisan 2015/Pazartesi/04:30/Gürsel Özkır     

abilir veya olunamaz. Ancak acı öyle değil işte... Herkese acı veren sebep veya herkesin çekeceği acı sancısının dozu ve süresi faklı seyredebilir... Yine de kendisinin kendisine çektireceği acı özgürdür. Acı çekmek özgürlük olduğu için herkesin acı çekeceği olgular, bulgular, durumlar ve vakalar ayrı perdeler ardında eşitsiz çizgilerde seyreder.
       Acının dahi saf olanı makbuldür. Biz beşerler çoğu kez ve hatta sürekli adaletsizce acı çekiyoruz. Tabii sebebi de, içinde bulunduğumuz beklentinin doğmaması veya karşılık bulamadığımız verdikerimizin ucuza mal olduğuna şahit olmamızdan kaynaklı. İşte bu nedenler galeyanına malup olan duyunun doğurduğu acı, sahteliğe kaçar. Zira, bu husus gereği çekilen sancı öz, yani saf değildir.
       Öz, sade, saf acı, korkudan arınmış olan acıdır. Korkudan arınması muhtemel acı, başarısızlık, kaybetme, eziklik, yalnızlık, mutsuzluk, açlık...vs ile bencillik güdüsü gereği yaşanmış veya yaşanacak olan gerçeği ya da şüphesi olmadan yaşanan sancıdır. İstisnaları gözden geçtiğimizde genelde bizler bu etkenler gereği acı çekiyoruz. Dolayısıyla çektiğimiz acı sahte oluyor. Çünkü biz beşerler oldukça benciliz.
        Acı çekmek hürlük olsa da, hürriyetimizle yine de özgür olamıyoruz. Zira elimizde olan özgürlüğü sahteleştiriyoruz ve sahte olanın özünden söz edilemeyeceği gibi, has olmayanın görünümüyle dahi varlığına 'yok' kanıtı koyulur.

06.04.2015/04:30

Gürsel Özkır

Yalnızlık Teoremi

"Bu belirsiz bir bilinmezlik değil, uçtan uca şifrelenmiş bir şey de değil, aksine, ardına kadar önü açık ve kapısı olmayan bir şey ya ...