26 Aralık 2015 Cumartesi

FrigenzFranz

-Ve Frigenz gözlerini büyüleyen coşkun duygulu Franz'ı anlatır: Ruhu kelepçeli serseri adamın rüyasında uykusuz gecelerimin sebebi sözleri... Manyakça dans eden duyguları yırtık gömleğimi diker o adamın gözleri... Üfürük almamış, vermemiş teninde beni benden çalar, yalnızlığımı kendinden saklar Franz'ın özleri... Çalıntı bozuk bir radyodan çıkan tozlanmış sesi, derinden antikaya hayran kıldırır bizleri... Faişenin kıvrak duruşunu mizansen müzik inceliğinde sanata dönüştürür anlayış izleri... Eşcinseli imansız kollara terk edilmiş anlayışı yıkan hemli oluşu... Sapıkların sırtında sopa kıran sapıkların sırtında sopa kıran gaddar duruşu... Tecavüzle lanetli orospuları arattıran tecavüzcü kadına eyvallah dedirten farklı görüşü... İntihara taş çıkartan asi karakterin cinayet kolu fedai doğuşu... Kiliseden terkedilmiş kafirlere Camii atmosferinde barınak kuran Franz buluşu... -Ve sonra Frigenz, alevsiz mum ve soğuk küvet atmosferinde romantik yalnızlığıyla Franz'a şöyle seslenir: Bu geceyi sabaha birlikte yetiştirelim, ateşin yakamadığı mum tutuşsun, ısınamayan suyun dolduramadığı küvet sıcak suyla dolsun... Elimde iki şişe soğuk su ve mumla birlikte barutu nemlenmiş bir kibrit kutusu, seni bekleyen basit gülüşlerim parlayan gözlerimin içinde yanar bir dağ gibi adeta; ısınamadan yanıyor, bulamadan var olanın içinde buluşun kendisi sanki... Sen umut kelepçesine bağlı kaldı bir bakış, bir zeytin tanesi, bir dilim peynir ve bir yufka bizimle savaşmak ister masanın boş kalışını cesaret bilerek... Sahte sözlerimin aldatışı gözlerimdeki gerçeğe bir pelerin gibi dalgalanır, henüz güneş açmamış gözlerim donuk, söz söylememiş dilim soğuk... Haydı, gel... Bu geceyi sabaha birlikte yetiştirelim, olmayan ateşle mumu yakalım, boş küveti göz yaşlarımızla dolduralım, bir alev hediyesiyle ısıtalım ve birlikte sabaha kadar yıkanalım... Bu geceyi sabaha birlikte yetiştirelim. -Gürsel Özkır 

13 Haziran 2015 Cumartesi

GELİŞİM BİZİ BEKLİYOR

İNSANIN RUHU HAYALLERİNİN NİDASINDA GİZLİDİR. HAYALLER İNSANIN GÜÇ KAYNAĞIDIR. HAYALLER DÜŞÜNCELERİ VE DÜŞÜNCELER HAYALLERİ İZLER. DÜŞÜNCE BOYUTU GEREĞİNCE BAKIŞ AÇISI VE BAKIŞ AÇISI NETİCESİNDE HAYALLER VE HAYALLER VESİLESİYLE DE İNSANIN YAŞAM TARZI DEĞİŞİR; DEĞİŞİM KUŞKUSUZ GELİŞİMİ İFADE EDER. DÜN, BUGÜN VEYA YARIN ŞİMDİKİ ZAMAN NİDASINCA SENDE DEĞERLİ OLUP SANA ENERJİ LÜTFEDEBİLİR. DOLAYISIYLA İNSAN İÇİN EN ÖNEMLİ VE DEĞERLİ ZAMAN, KUŞKUSUZ ŞİMDİ'DİR; AYNI ZAMANDA İNSAN HEP ŞİMDİ'DE YAŞAR, DOLAYISIYLA ŞİMDİ'Yİ DİNÇ TUTMAK, HAYATI O DERECE YAŞAMAKTIR. BU KOŞUL KARARI BİZİM ÖZGÜR İRADEMİZ GEREĞİNCE TERCİHLERİMİZ BELİRLER. TERCİHLERİN BEDELİNİ YAŞAMAK DA, BİZE BİÇİLEN MECBURİYETTİR. HER ŞEYDE VE HER ŞEYE RAĞMEN KARAR BİZİM OLMASINDAN DOLAYI, HER ŞEYDE, HER ZAMAN VE HER ŞEYİ BİZ BİLİRİZ MECBURİYET OLMASI PAHASINA BİLE. SEÇİM BİZİM, OLMAYAN ÖZGÜRLÜK DAHİ BİZİM. HER DAİM KENDİMİZLE OLAN, ALLAH İSTİSNA OLUP SADECE BİZ'İZ. GÜRSEL ÖZKIR

6 Haziran 2015 Cumartesi

BİLGELİĞE GİDEN YOL

Bilgeliğe giden en tehlikeli yol, kendini; duygu, mantığı ve enerjisini zamana feda etmektir. Dünyanın her yerinde, her ilişkisinde ve her zamanında erdemli olmanın etik iyilik ve güzellikleri için başkahraman olan yaratıcı, her şeyi göze alarak, fedakar köprüsünden geçmeye kararlı, umut dolu fedai ümidindedir. Umut dolu bu ümit, değişimsizliğe karşı olup, değişime hasret ve özlem duyduğu değişime ulaşamama işkil'ine ilişkin dahi, sönmüş umuda bile binaenyarattığı hayaline veya yaratacağı gerçeğine ulaşabilme sevdasından ötürü, fedakar alevleri içinde yanmayı göze alan ve yanan fedai, şüphesiz yanında korku barındırmadan fedakar köprüsünü cesaretle yürür. Biriken bu denli meşakkat duygusu, kişiyi bilgiye sevdalı ve bilgiyi de bilgeye maşuk kılar. Bilgiye giden bu yola bakanların bazıları hayretler ve bazıları ise hayranlıklar duyar. Bu yola hayran olanlar, olan bilge olma ihtimallerini kaybederler. Bu yola hayret edenler, olmayan bilge olma olabilirlikleri olmaya kavuşur. Çünkü; hayranlık insanı kuruntusuz rahata, dolayısıyla pasifliğe götürür, hayret ise, kişiyi şüphe ve merakta bırakır; şüphe ve merak, bilgeliğin iki etkili etkenidir. Bilge dahi yarattıklarına hayran kalması durumda, bir nebze dahi olsa işkil ve merak duyusundan uzaklaşabilir sebebinden dolayı, bilgeliğinde gerileme iz sürebilir. Bilge yarattıklarına hayret etmesi hususunda ise, bir zerre bile olsa şüphe ve merak duyusuna yakınlaşabilir nedeninden ötürü, bilgeliğinde ilerleme kat edebilir. ''İnsanlar iki sınıfa ayrılır; hayran ve hayret sınıfı.'' 01.06.2015/02:22 Gürsel ÖZKIR

22 Mayıs 2015 Cuma

MEHMET'ŞAH/ŞİİR

''VADİNİN KÖR KUYUSUNDA ÇARESİZLİĞE ÇARE ARAYAN PADİ'ŞAH; DUMAN TÜTEN DUYGULARA GEREK YAĞMUR, GEREK ATEŞTİR MEHMET'ŞAH... ILIMLI HALİNİN NEZAKETİYLE YOĞRULAN GÖNÜL'ŞAH; SEVGİ PINARINA DERYADIR MEHMET'ŞAH. GADDARIN TINISINA GÜR SES, MAZLUMUN SESİNE TINI EMİR'ŞAH; HAKK'A HAKLA İNANIR, HAKK'I SEVENDİR MEHMET'ŞAH... DUYGU SELİNDE YÜZER DE YÜZER DUYU'ŞAH; GÖNÜLLERİ ISLATANDIR MEHMET'ŞAH... BİR İNCELİK YATAR BEDENİNDE RUHU'ŞAH; GÖZLERİ KAPALI OLSA DA VİCDANI GÖREBİLENDİR MEHMET'ŞAH... LÜZUM GEREKSE, NE SEVER NE DE SEVİLİR YÜREK'ŞAH; ELİ CÖMERT, GÖZÜ TOK HEM'ŞAH; HER ŞEYE RAĞMEN HEP SEVGİ DİYENDİR MEHMET'ŞAH.''
22.05.2015/00:13 Gürsel ÖZKIR

6 Mayıs 2015 Çarşamba

BEN SENİM, SEN DE BEN

''RUHUNDA BİR PAPATYA OLUVEREYİM... DERİN DUYGULARINLA SARI-VERSEN BENİ... OLACAKSA ÖLÜMÜM, RUHUNDA CAN VEREYİM... BEN OLDUM SEN. BENSİZ ETME SENİ. YAĞMUR YAĞDI RUHUNA OLDUM SIRILSIKLAM... DÖKÜLEN GÖZ YAŞLARINA PINAR BEN... ÖMRÜM BİR SANİYEDE SABİT HEP SENİ SARSAM... SEN OLDUN BEN. BENSİZ OLMAZ SEN. FIRTINALAR KOPAR, İÇİNDE SICAK BİR DEHLİZ... MUTLULUK ARALIĞINDA EL ELE TUTUŞAN İKİMİZ... AYRILIK SANCISINA YAKARAN SEVGİMİZ... BİZ OLDUK BİZ. BİZSİZ KALAMAZ BİZ'' Gürsel ÖZKIR

30 Nisan 2015 Perşembe

KİMSESİZ VE BEN

Yaprak döken ağaçlara sarıldım, Boncuk boncuk terledim öylece, Bir dokunuş beni benden alıyor, Gönlüm dökülen sayfalara hazin ağlıyor, Bu döküntüler ruhuma ince ince batıyor, Beni bana ırak ediyor bu yapraklar. Güneşi batmış günlere varıyorum, Fedakarlığı içten çağırıyorum, Sesimin derin titreşimiyle bağırıyorum, Nefretlere nefretimi yağdırıyorum, Sevgiye sevgimi destan kıldırıyorum, Hayatıma kimsesizleri sığdırıyor'um, Son dedim kimseli hayatımı; Kimsesizlere armağan ediyorum, Ve artık; Kimsesi batmış kimselere kimse olmaya gidiyorum. Gürsel ÖZKIR

25 Nisan 2015 Cumartesi

AŞK

25 Nisan 2015/Cumartesi/13:43/Gürsel Özkır Aşk, efsunlu bakışlarda gizlenen gizemli buse de saklı; İnsan insan asla hayal bile edemediği bir hayalin eşiğinde; işte aşk bu demektir. Zorlu bir serüvenin yalnızlığa yalvardığı kimsesizliğin ve biçarelerin çareye derman aramaları tılsımıyla savaşma arzularının birbirine susamış maşukların destanı.... Sonu olmayan, ancak başlangıcında da farkında olmadan nelerin olup, nelerin bittiğine... Belki de bu olsa gerek aşk; farkında olamamak ve sonrasında ise farkında olduğunda mantığına söz geçiremeyecek kadar azgın duyguların gölgesinde mahsur kalmaktır. Buz okyanusu bile eriten aşk neşesi, insan olan beşerin yüreğinde dolaşır ve bu yürek, öyle bir yürek olsa gerek ki, nefrete ve yandaşlarına meydan okuyabilecek kadar cevval ve cesur.... Aşk, cesaretin kendisi, sabrın değneği, birlikteliğin neşesi veya ayrılığın hediyesidir. Cesaret, maşukların aşk saltanatını inşa etmesinde en büyük etken olduğu gibi, bu yolda olması mecburiyeti barındıran ihtiyaçların olmazsa olmazıdır. 25.04.2015/13:43 Gürsel Özkır.

22 Nisan 2015 Çarşamba

KAVGAM

Kavgasız kalırsam kendimle, kendimden öte gidemem kendime... Kavgalı kalırsam kendimle, kendimden beri gidemem kendime... Kavgam Ali Ayşe ile değil, sadece kendimle; Kendimle olan kavgamda, Ali Ayşe'nin alındıkları da olmuyor değil, eyvallah. Sonsuz belirsizlik ve dipsiz karanlığın boşluğu avucunda kendimle kavgalıyım. Gittikçe sivrileşen cehalet dişimle, imkan tanımayan asi imkanlarımla, ölüme yaklaştıkça ölümü unutan zayıf hafızamla, işine gelmeyeni anlamayan bencilliğimle ve rahata aşık çözüm üretemeyen tembel zekamla kavgalıyım. Şöhrete, makama, süs güzelliğine, paraya, haksız kazanca ve insanlık dışı insanlık bakışımla karşılıklı sevdalı iki kavgacıyız. Buz okyanusu misali düşman kesilen egoist benliğim, acı biber gibi kapak bırakan kendini beğenmişim, yaraları yakan tuz bakışlarım; evet evet sizlerle, sizlerle kavgalıyım. Ey kavgalı olduklarım! Diyeceksiniz ki, kavgalı oldukların senin benlik parçaların... Evet, doğrudur; benlik parçalarım sizlersiniz. Ve sizler, aslolan bana eşit yakınsınız... Bu yakınlık yetisine dayanarak bana biz seniz diyene, karakter madeniyle biçimlendirmeden birlikte duramam yerine. Şunu da söylemek isterim: Ben değişimi gelişmek için çok severim ve sevdiğimi de asla ihmal etmem, sahiplenirim, ilgilenirim ve gereğini kendisi için kendim yaparım. Eş olduğumuz benlik evinde kavgasız olmamızı istiyor olabilirsiniz. Ancak unutmuş olduğunuz önemli bir etkenin hükümsüz kalamayacağıdır; o etken, birlikte olduğumuz evin reisi asolan benin olduğu. Kavgasız olmamızı isteyen sizler, bana biat edin. Ve sizlere ilk ve son emrim, şimdinizle kavgacı olun... Zira ben, her daim kavgacı oldum şimdiki benle. 23.04.2015/02:02 Gürsel Özkır

19 Nisan 2015 Pazar

AL ELİNE KALBİNİ

Al eline kalbini ve en derin duygularla okşa...
Okşa ki, sahipsiz kalıp marazlara siper olmasın...
Kalbini düşürmek ihtimaline karşı,
Hayali manzaraya ulaştırmak üzere hiç durmadan hızlı adımlarla hep koş...
Koş ki, garazlar kalbine yetişebilmesin.
Hiç bir zaman susturma o kalbini!
Hayat kısa;
İçinden geldiği gibi konuşmasına müsade et ve ola ki mantığına söz geçirmek gereğinde kalbinin duygularını bastırırsın;
Bunu sakın deneme!
Özgür bırak o kalbini ve işkence çektirme kendisine...
Çünkü, hayat kısa ve dönüşü asla olamayan bir yolda yolculuk etmektedir...
Ve böyle bir zamanı birdaha bulamayabilir nezaketinede kendisne incelik lutfet...
Ölmek üzere yaşayan kalbine hayat ver, olan hayatını da kısıtlama...
Elinde olan zamanı büyük bir heyecanla koştur,
Çekinen duygularını zamana konuştur...
Her şeyi anında yaşat kalbine;
Sevmekse, bağırmaksa, kızmaksa, sinirolmaksa, nefret etmekse, ağlamaksa, evetse, hayırsa...vs her ne ise zamanında konuştur kalbini...
Kalbini bir gurura ve bir inada mahkum bırakma...
Öyle ki; gurur ve inat kalbin büyük düşmanları ve ne olurasa olsun kalbini bu ikili yaverin gölgesinde bırakmayasın...
Yoksa, sıcacık duygu selini barındıran kalbin ısısını kaybeder, donmaya maruz kalır...
Dolayısıyla her şeyi zamanında yaşamasına özgürlük tanı kalbine...
Bırak bu ölümlü dünyada kendinisinin bişeylere mahkum diretmeye, inan mahiyete hacet yok.
Büyük bir sevgiyle koşmaya devam ettiğin hayali manzarana kavuşma neşesinde olduğun, ancak henüz kavuşmadan tökezlenebilir ve düşebilirsin...
Unutma ki! 
Düşebilirsin, düşsen de inan yeniden kalkabilirsin ve hiç hecan neşesnden uzaklaşmadan aynı tempoda hayali manzarana kavuşabilme umudunda zamanı koşabilirsin, yeter ki; kalbine anı yaşatmayı esirgeme, hiç bir zaman...
Kalbin senin ve sen kalbininsin; seçim senin ve seçimin kalbinin seçimidir...
Siz ikiniz bir olan bir bütünsünüz, her zerreniz birbirinizi etkileyebilecek bağlamda bağlısınız...
İkinizin bir kılan bağınızın güçlü ve sağlıklı olmasını dileriz kalbimle birlikte.

19.04.2015/20:20

Gürsel Özkır

14 Nisan 2015 Salı

KORKUNUN SANATA ZARARI

Korku sanat atölyesine zarar veren, alınması gereken verimi en düşük seviyede seyretmesine büyük etken. Zira sanat atölyesinde figüran veya kahraman kendi payına düşeni gerçekten sığrılıp gerçekçi oynaması gereken bir sahne. Ve bu sahnenin gerçekle ilgisi olmadığından dolayı, payına düşeni bir sinyal vereceğinden, kendisini bir mesaj olarak görüp ve üstleneceği rolü gereği iletiye önem arz etmesi gerekir. Oysa korku olduğunda, dolayısıyla ego galeyanda durduğunda, bazı rolleri kendi ağırlığına uygun olamayacağı ve kendi benliğini ilkel kılacak hale düşüncesine binaen utanır, çekinir; dolayısıyla korkar; egoist tavrına hüküm geçiremez . İstisnalara seyahat edildiğinde korkunun dostluğun olabilse de, düşmanlığı çok çetin olup ve farkına varılmaksızın vereceği zarar çok şiddetli olur.
13.04.2015/17:45/Pazartesi

Gürsel Özkır

9 Nisan 2015 Perşembe

GERÇEĞİ DUYSAN GERÇEK OLDUĞUNU ANLAR MISIN?

Bionic -Gerçeği duysan gerçek olduğunu anlar mısın?
Gürsel -Hayır anlamam!
Bionic -Ya ne yaparsın?
Gürsel -Anlamaya çalışırım.
Bionic -Neyi?
Gürsel -Duyduğumu.
Bionic -Neyi duydun ki?
Gürsel -Anlamadığımı.
Bionic -Anlayamadım.
Gürsel -Duyarsan anlar mısın dediğin gerçeği.
Bionic -Duyduğun gerçeği neden anlayamazsın ki?
Gürsel -Anlayamadığım değil, anlamadığım gerçeği.
Bionic -Peki neden?
Gürsel -Zira duyduğum gerçeğin gerçek olduğuna ve duyduğum gerçeği gerçekten mi duydum diye işkillenirim.
Bionic -Sendeki bu kuruntunun amacı nedir?
Gürsel -Duyduğum gerçeğin gerçek olduğuna inanmaktır.
Bionic -Anlayamadım. Nasıl yani?
Gürsel -Bu şüphem gereği analitik ve analiz basamaklarını duygu eşliğinde dans eden mantığın akıl süzgecinden geçirerek aşmak durumunda olmaktayım.
Bionic -Analiz, analitik, mantık ve akıl tamam da... Peki ya duygu ne alaka?
Gürsel -Çünkü analiz, analitik, mantık ve akıl süreçleri ancak duygu ile işlevsel olabilirler.
Bionic -Peki. Diyelim ki duygusuz olmasına ilşkin yine de analiz, analitik, mantık ve akıl basamakları işleyişte olabilir olsa, o zaman ne olur?
Gürsel -İşte o zaman, bu varsayım yoksayım olur; varsayımı yoksaymasak eğer, işte o zaman, duyulan gerçeğin gerçek olduğunun belirsizliğine gidilir.
Bionic -Nasıl olur ki öyle?
Gürsel -Zira duygu, aklın algılamasına ve idrakına en büyük etkendir. Bütün verileri akla o getirir. Dolayısıyla akıl duygudan yoksun varım diyemez ve bu netice gereği duygudan mahrum akıldan böylesi gerçeği anlama izlenimi beklenemez.
Bionic -Yani gerçeği duyarsan gerçek olduğunu anlar mısın?
Gürsel -Evet!
Bionic -Peki nasıl, bunu bana söyleyebilir misin?
Gürsel -Eğer gerçeği duyamıyorsan, bunu sana kimse söyleyemez!

09.04.2015/23:03

Gürsel Özkır

5 Nisan 2015 Pazar

ACI


 06 Nisan 2015/Pazartesi/04:30/Gürsel Özkır     

abilir veya olunamaz. Ancak acı öyle değil işte... Herkese acı veren sebep veya herkesin çekeceği acı sancısının dozu ve süresi faklı seyredebilir... Yine de kendisinin kendisine çektireceği acı özgürdür. Acı çekmek özgürlük olduğu için herkesin acı çekeceği olgular, bulgular, durumlar ve vakalar ayrı perdeler ardında eşitsiz çizgilerde seyreder.
       Acının dahi saf olanı makbuldür. Biz beşerler çoğu kez ve hatta sürekli adaletsizce acı çekiyoruz. Tabii sebebi de, içinde bulunduğumuz beklentinin doğmaması veya karşılık bulamadığımız verdikerimizin ucuza mal olduğuna şahit olmamızdan kaynaklı. İşte bu nedenler galeyanına malup olan duyunun doğurduğu acı, sahteliğe kaçar. Zira, bu husus gereği çekilen sancı öz, yani saf değildir.
       Öz, sade, saf acı, korkudan arınmış olan acıdır. Korkudan arınması muhtemel acı, başarısızlık, kaybetme, eziklik, yalnızlık, mutsuzluk, açlık...vs ile bencillik güdüsü gereği yaşanmış veya yaşanacak olan gerçeği ya da şüphesi olmadan yaşanan sancıdır. İstisnaları gözden geçtiğimizde genelde bizler bu etkenler gereği acı çekiyoruz. Dolayısıyla çektiğimiz acı sahte oluyor. Çünkü biz beşerler oldukça benciliz.
        Acı çekmek hürlük olsa da, hürriyetimizle yine de özgür olamıyoruz. Zira elimizde olan özgürlüğü sahteleştiriyoruz ve sahte olanın özünden söz edilemeyeceği gibi, has olmayanın görünümüyle dahi varlığına 'yok' kanıtı koyulur.

06.04.2015/04:30

Gürsel Özkır

17 Mart 2015 Salı

''GÜRSEL'' OLABİLMEK

Gürsel, duygu ile mantığın birleşiminden doğan düşünceler gürlük kazanarak, fikirlerin sele dönüştüğü taşkın kişilik demektir. Taşkın, yani dolu dolu olmak; tabii, doluluğun içeriğinde oldukça meşakkat barındıran bir aşk olması gerekir.

Aşk, efsunlu bakışlarda gizlenen gizemli busede saklı...
İnsan asla hayal bile edemediği bir hayalin eşiğinde, işte aşk bu demektir.
Aşksız dolu olunamayacağı gibi, doluluğu rahat edecek taşkınlıkta da olunamaz.
Kör düğüm misali hakikat davasının sevdasına aşık olmak, ancak ''Gürsel'' olabilmektir.
''Gürsel'' olabilmenin haykırışları:
Fanilikle boğuşur, fanice yıkıp, yakar geçer-giderim; madem bu fanilik-de bana akıl mazhar edilmiş; bu akılla fanice davranmamın ne akla kar olabilir ki, faninin içinde fani kalıp faniyi isteyebilirim. Akıl da fani; akıl öyle bir fani ki, içinde bulunduğu hayatın ve kendisin dahi fani olduğunu anlayabilecek kadar da baki. Akıl sermayesi kendi faniliğinin acizliğinde olduğunu görebildiğinden dolayı fani olanı isteyemez. Fani olanı isteyen akıl, nefis-i virüsün tesiri itibarına maruz kalmışı sonucu kronik hastadır.
Ömür elimde bana mahkum ve ben ömrün elinde ona esir; birbirimize sadık iki köle; ne ben onu yaşarım, ne de o beni yaşar; onu yaşadığını sanan ben, beni yaşadığını sanan o; ve birbirimizi sandık sandıklarımız, hiç sana-bilemediklerimiz imiş. 
Ömürle bağımız kör düğüm ve bu bağı yaşamaya etkenimiz zaman...
Zaman her ikimizi de birbirimizden kıskanır derece seviyor; öyle bir seviyor ki, bizi bize yaşatıyor ve garip olan tarafı da, bizi bize yaşatırken bizi bizden ayırıyor; yani birbirimizi yaşarken, birbirimizden ayrılmaya hizmet ediyormuşuz da haberimiz yokmuş... Acaba zaman dost mu, düşman mı? Buna da cevap veremiyoruz ki... Çünkü, onsuz birlikte olamıyoruz, onunla da birlikteliğimizin sonuna hizmet ediyoruz. Velhasıl, birbirimize mecbur iki aşıkın birlikteliği, geçen her salisede zaman bizi bize bir adım terk ettiriyor.
Zamanın vicdanı yok fanilikle ve biz maşuklar bir olduğumuz fanilikle ayrılmaya servis yapıyoruz.
Ömür, zaman denizinin sadece bir damlası bile değildir.

18.03.2015/03:03

Gürsel Özkır

16 Mart 2015 Pazartesi

KENDİN OLMA(K)MAK



Kendin olmak onur-e ve kendin olamamak ise egoist bir değer çerçevesinde yer almaktadır. Ego ve onur arasında gel-git yaşamak, kişiyi kendi olmaktan alıkoymasına büyük sebeptir. Bazen kişi kendisine doğru gelen tarafa meyillenmesi ve bazen de kişi kendisine keyif veya zevk verecek yöne doğrulması pozisyonunda, kişi kendinin kim olduğuna karar kılmakta gel-git duyusuna mahkum olmaya mecbur bırakıyor. Bu mecburiyet güdüsü, insanın duyu dürtülerini has-safhada desiselere ter ediyor. Terk-i diyara intikal'en desiselerin icraatı da zifos manzarasını doğurur. Zifoz manzarasında kişi karakter kimliğini tanımayacak kadar hüviyetine yabancı kalır. Yabancı olunan hüviyete hürriyet bahşet edilemez; yani, kendin olamama duyusu, kişiyi, kendine yabancı olmaya esir olacak büyük bir etken ve bu etkenin ise hayalini kurabileceği ve susacağı arzusunun en güçlü tılsım da özgürlüktür.
Kendin olamamak başlı başına bir korkudan ibarettir; soyut veya somut bir menfaatin idesine ikamet gereği kaybetme korkusu veya herhangi bir fiziksel ya da ruhsal şiddete maruz kalma korkusu; dayak yeme kuruntusu, reddedilme, dışlanma, hor görülme, kabul edilmeme, aşağılanma işkilinden doğan korkulardır kişiyi kendinden eden derin ve ağır etmenler.
Tabii, bu etmeleri yaşamayı göze almak pek zor olduğu gibi, çokça cesaret ister; oldukça duyarlı ve alçak gönüllü olma pahasına bir cesaret gerektirir. Aksi halde bu uğurda atılan bütün adımlar yoktan ibaret olur. Çünkü vasfı işlevsiz kalmaya oldukça müsaittir.
Kişinin kendi olmasına kanıt, gerçek gerekçesinde gerçekte samimiyettir.
Samimiyetin dışında bir samimiyette olmanın aracı yalan ve bunun etkisine savunmasız kalınan hüküm ise, sahtekarlıktır.
Kırmamak için başvurulan yalan yolu, zamanla kişiyi kırmaya ve sonrasında ise kişinin kırmak istemediği kişiyi derin kırmasına nedendir. Bu duygusallıktan kaçınılıp, akabinde bir doğaçlama eşliğinde analiz edildiğinde; kişi kırmak istemediğini zaman aşımı gereği büyük kırmamak adına, erken davranarak küçük kırmayı tercih eder ve bu dobra oluşuyla yalandan kaçmış olacağı gibi, samimiyetin birlikteliğine daha bir renk katmış olur. Çünkü, hatayı veya yanlışı görür vaziyette ve bunun tasvibi olmaz düşüncesi kurgulanıyor ise, gerçeği savunma sevdasında tüm kayıpları göze alarak bunu erkenden söylemek en ideal olanıdır. Öyle ki, çözümsüz sorunun olamayacağı inancında olunduğunda, saklıya ihtiyaç duyamaz bireyin kendisi.
Çözümsüz görünen sorunlardan ötürü, gizliler çoğalır, gizlileri saklı tutma düşüncesinde beyaz nidası altında yalan ismi vasıta olarak kullanılır ve bu araçtan dolayı da samimiyet sarayı yıkılır.
Kendin olamamanın en büyük sorunu, samimiyetsiz samimiyettir ve samimiyetsiz duygunun da en büyük sorunu, korkudur.

Kesinlikle korkaklar asla samimi ola-bilemezler.
Samimi değilim veya seninle samimi olamam diyebilmek dahi samimi olmaktır.



17.03.2015/00:30



Gürsel Özkır

15 Mart 2015 Pazar

ACIMADAN YAZARIM VE YAZMADAN YAŞAMAM

Acımadan ve korkmadan düşündüklerimi söylemekten ve yazmaktan ne korkar, ne de acırım. Öyle ya dobra olmak gerekir; gerçekle yüzleşip, kaybı her ne ise kendisini yaşamaktan korkup, kendine acıyacak kadar aciz ve bencil olmamak gerekir. Nefret edilme pahasına bile gerekiyorsa söyler ve yazarım. Zira insan düşündüklerini söylemiyorsa, bunun neticesinde de açık bırakacağı bir kapı olması düşüncesi yatıyorsa ve üstelik bütün bunları görmezden gelir derecesinde ittifakı yürütüp birliktelik süsü adı altında bir samimiyetin içinde bulunuyor ise; işte bu durum, menfi arzularına mahkumluğu gereği, en içten sahtekarlık pazarlamasında ustalaştığı duyudan ötürüdür.
Yazdıklarıma hiç acımıyorum! Ve sonuna kadar da hiç acımadan yazarım duygularımın çağrıştırdığı düşünceleri... Çünkü, bu hayatta kaybımın olmasını istediğim tek taraf, dobra oluşumun icraatıdır. Ve bu icraata hizmetimi kusursuz ve beklentisiz beklenti de sunmak çabasında olmaya gayret ederim. Bu gayretimin yegane amacı, olduğum gibi olmaktan acımadığım için. Kusurlarımla zengin olduğum gibi, zenginliğimi yaşamaktan acımaz ve kendisini gizleme korkusunda olamıyorum. Öyle ki; ikilemde kalmayı, kararsızlıkta olmayı ve özümü saklayacak belirsizlikte yaşamayı kendime ve ittifakta olduklarıma bir hakaret kabul görür neticesinde kendimin dışında bir rol oynamayı etik göremem. Etik görmediklerim ise asla benim ilgi alanım olabilemez.
Evet aynı zaman da ben bir tiyatro oyuncusuyum ve fevkalade zor rolleri pek gizemli yerinde oynayabiliyorum. Bunu yapabilmem, hayatın yaşam dönümlerinde özümün dışına çıkıp farklı rollerde oynayabileceğimin manasını çağrıştırmasına bir sebep değildir. Misal: Olmayacak veya olması muhtemeli çok zor ve hatta imkansız denilebilen hayaller kuruyorum; bu hayaller akabinde ise hayatı hayali değil, gerçek yaşıyorum. ''Hayal kur, gerçek yaşa!'' sözün özünde olduğu gibi, bir sanat eseri olan tiyatro rolünü yerinde hakkıyla oynar, tiyatro sahnesi dışına çıktığımda ise gerçek özüme döner, oynamadan kendimi yaşarım.
Her neyse...
Acımadan yazarım ve yazmadan da yaşamam.
Yazmadığım bir gün olduysa, işte o gün, öldüğüm gündür.
15.03.2015/18:30

Gürsel Özkır 






13 Mart 2015 Cuma

UYANIŞ&YAKARIŞ

Yıllardır, hatta doğmadan önce beni vadinin kör kuyusunda gözleri kapalıhapsetmeye, kendilerine mahkumdiretmeye ısrar ettiler bahar görmemiş vicdan çölleri. Çok uğraştılar beni benden edip, kendilerine uşak kılmaya... Ancak adımın özgürlük, soyadımın eşitlikolduğunu bilemiyorlardı... Yıllardır eşitlik ve özgürlük gözlerimin kapaklarını haksızlık kayalarının ağırlığına ve eşitsiz işkence yüküne terk ettiler. Bilemezler ki, terkedilen özgürlüğün ölebilemeyeceğinive öldü zannedilen eşitliğin ise bir gün mutlaka dirilebileceğini...
Ben dirildim!
Ben uyandım!
Bu haykırışlarım haktan yana, haksızlığa karşı adaletimin sesidir; ve adaletim, vicdan baharından ırak kalamaması asaletinde aslolandır.
Ve işte şimdi...
Bütün haksızlığa yakarıyorum güçlü sesimin nidasıyla; ve bu ses asla gerilemeyecektir. Zalimlerin bitti dedikleri eşitlik özgürlüğü ve/veya özgürlük eşitliği; içimdeki özgürlük-eşitlik anlayışı bitti demeden katiyen bitebilemez. Aksine her şey yeni başlıyor; bütün faşistlerin zulmüne karşı  özgürlüğün eşitliği ve/veya eşitliğin özgürlüğü,hepsinin bedelini bir bir ayrı ödetmeye içten kararlı vaadinde. Asıl her şey yeni yeni başlıyor...
Olacak akıbetin bedelini her şey ile ödeyebilecek ve ödetebilecek kadar çılgın, içimdeki eşitlik- özgürlük anlayışı.        
Öyle ki; bir toplumda eşitlik özgür olamıyorsa ve/veya özgürlük eşit olamıyor ise, o toplumda adalet söz konusu kesinlikle olabilemez.
Adaletsizliğin olduğu toplumda adaletimin sesi vicdanım asla susabilemez.
Gürsel Özkir

HAYA DUYGUSU

Sorunları çözebilmek, gerçekleri görebilmek aşkıyla birlikteliğe daha da bir renk katmak için, durmak bilmeyen azim ısrarının önü kesecek tek şey, hayaduygusudur.
Haya tek taraflı istemenin esrarındaolduğuna, istenmediğine ve hatta rahatsızlık verdiğine emin olduğu saniyeden sonra, çağlayan gibi akan ısrarınönünü makas gibi keser. Ne garip kidurmak bilmeyen ısrarın aniden makasgibi kesilmesi...
Haya duygusu gerektiği dönemeçte kendisine yaver mahayetine talip olmayı hacet görmeyecek kadar tok bir ekol sayreder. 
İşte haya duygusu bu denli güçlü bir frekanperiyodundadır.

Gürsel Özkır

YAŞAMA(K)MAK

Varolunduğu için düşünülür, yaşanılır ve yaşanıldığı, düşünüldüğü için de varoluşarenk, tarz, güç ve enerji katılır.
Düşünce varoluşa delil olduğu gibi, yok oluşa da sebep bir silahtır.
Bu silahtan doğan ölüm illaki direkt bedeni cesate çevirmesi değildir; bedenecanlı cenaze yaşamayı sunmasıdır. Böylesi yaşamak, ruhun derinliğinde ruhu ince parçalara ayırmak misali, ruha hazin güzüyaşatmaktır.
Varlık sözü evrensel olsa da oldukça küçük mikroorganizmalar tarafından bütünleşmiş bir şekili sahiplendiği gibi de ansızın yok olmaya, ya da tekrar küçük mikroorganizmalara dönmesi an meselesi olabiliyor.
Gürsel Özkır

12 Mart 2015 Perşembe

ETİK&AHLAK

İyi veya kötü insan diye insanlık tanımlaması, etiğin ahlak ve ahlakın etik yasası derinliğinde böylesi bir ayrımsınıflaması yoktur. Etik ve ahlak yasası, insanlık şerefine bu denli yaklaşımı insana yakışık kabul edebilemez. 
Güzellik iyi insana yakışır; iyi insanın güzelliği, insanlık sorumluluğu ile paylaştıklarının içeriğindeki ahlakın berrak duruşunda saklı. Buradaki ''ahlakın berrak duruşu'' sözü; insanı tanımlayan ''iyi''sözünü siler, zira, insan ahlak ile iyi olduğunu değil, insan olduğunu savunur. 
İnsan ya özünde insandır ya da özünde sadece insan görünümlü insandır. Etik ve ahlak yasası ''iyi'' tanımlamanın insanın sahip olabileceği değil, tamamlayabileceği bir hüküm olduğunu ileri sürer. Dolayısıyla ''iyi'' bir tanımlama değil, bir kavram olarak ele alınır. İnsan bu kavramı yaşayıp ve yaşatarak tamamlamak suretinde bir sorumluluğa sahip. Çünkü insanlık özü zaten iyilikler üzerine kuruludur; bunu muhafaza edip yaşatan insaninsandır, aksi ise görünümlü insandır. Etik ve ahlak yasasına göre insan ya insandır ya da insan görünümlü insandır, ortası yoktur.
Gürsel Özkır

DİPSİZ OLMAK

Dipsiz, dibi olmayan veya dibine erişebilecek ömürde veya güçteolamamaktır. Dipsizin dibini merak etmek ve bu uğurda yürüdüğünü bilmek oldukçakorkutucu. Belirsizlik ve bilmezlik de dipsize eşdeğer diptedir. İnsan bilebildiği ve belirleyebildiği kadarından daha çok bilemedikleri ve belirleyemedikleri vardır. Tıpkı sonsuzluk misali dipsiz olmak.Sonsuzluğun aslı, zamanın ölmüş olması demektir. Zira, zamanın olduğu yerde sonsuzluk bahisten söz edilemez. Zamanınsonu mutlak; mutlaklığın ölümü sonsuzluktur. İnsan içinde kendini belli gördüğü zamanın terkine intikal ettiğinde ancak sonsuz olur.
İnsanın en çok korktuğu şeydir sonsuzluk; zira sonsuzluk, oldukça sonsuz belirsizlik eşliğindedir.
Ve sonsuzluk insanın ruhunda var...
İnsan ruhunda olandan korkacak kadar ürkek ve aynı zamanda da insan korkacak kadar cesur.
İnsan negatif ve pozitif ikilisini bir arada yaşayacak derecede ayrı ayrı dönemeçlerde hayatı yaşar.
Gürsel Özkır

KİMSE DEĞİŞİMİM OLA'BİLEMEDİ

Bir seyahat aşkıyla doluyum ve yolu sevgi ve azimle yürüyorum, kimsenin dur demesine fırsat vermeden gidebileceğime kararlı gidiyorum, derin ve acı yıpranmaları iyileştirmeye veya düzeltmeye; her neyse işte gidiyorum...
Değişime hasret ve istek barındıran gönül hanelerini akıllarıyla aşk yaşamalarına vesile olmaya gidiyorum; hem de dur demeden, kendime durak tanımadan..
Bir gönül güzelliği ile duyularının nadide ve narin bir incellikle duyguya canlılık katması, yerimde oturur vaziyette duyguya iyilik ve güzellik katmadan beni zaptedemiyor.
Koştum bunca ve onca yolu aşkı aşkla tanıştırmaya...
Yürüdüm, uğraştım, boğuştum, savaştım ve pek de ter döktüm sevdayı sevdaya kavuşturmaya kendime sorumluluk bildim.
Evet...
İşte bu..
Buldum!
Benim arzu ettiğim ve ettiğimde kararlı bir sorumlulukta olduğum değişime susamış güvercini...
Kollarını açmış neşesinde heyecanlı beni benden kendisine gitmemi bekler ve beni kendi olmamı ister aç bir sevgiyle...
Sevgiye aç, değişime hasret ve gelişime meraklı güvercinin tüyleri oldukça sıcak ve içimi içimde ısıtıyor içimi kimseye vermeden...
Artık emek başlasın, sabır gürleşsin, akıl dizayn olsun, fedakarlık tohumu ekilsin, sevgiye ve saygıya değerle bakılsın;birlik ve dayanışma samimim olsun ki almayı düşünmeden vermeye başladım...
Vermeye başlıyalı epey zaman oldu, almayı düşünmediğim halde üstüne oturduğum birlilktelik rükamiyenin teni çok dikenli ve sebebi itibarice almamayı düşünmek durumunda sadece canımın acıtılmasını istemem senden ey güvercin.
Vermeni istemem, yine de hiç bir şey verme! 
Duyarlı olmanın dezavantajını bir kez daha yaşadım, olsun gelen duyarlı olmaktan gelsin eyvallah...
Sarıldığım güvercinin karga olabileceğini düşünmemiş veya karga olduğunu görememişim sadece...
Ancak şimdi hayvanları da artık tanıyabiliyorum hem de daha net.
Seyahatimin asıl özeti ise;
Kimsenin senin için değişemeyeceğini, değişse dahi sadece kendi için değişebileceğini ve hazin olan tarafı da, senden alabileceği değişimi bir koz olarak kullanıp, bir gün sana karşı senin zaaflarına dokunacağı şüphesinicebinde bulundurmayı asla ihmal edilmemesi gerektiğini iyice yaşadığımı anladım ve anladığımı da yaşadım.
Değişemeyecekler için de; uğraş verip de kendi fedakarlığınla kalıp ve değişime aza ferdini de boğmakla kalmamaken ideal olanıdır; ve bunun içinde erkenden değiştirme duyu hissiyatından vazgeçme durumu gereği bu niyeti geciktirmeden kesmek kesinlikle şarttır.
Gürsel Özkır

HÜZÜNLÜ HAZAR


HÜZÜNLÜ HAZAR
Susmaya karar verdim! Verdiğim bu kararda, gönlüm sadece bana konuşur ve beynim ise bütün insanlara. Öyle bir dava edindim ki güçlü inancımla, öldükten sonra insanlara hediye edebileceğim güzellikler dolu kalender bir eser bırakabilme aşkıyla doldum. Ve bu aşkla da gönlümü susturmak isterim ki beynimi azimle konuşturabileyim. Gönül yaramı beynime merhem tercih ettim. Beynimin merhemi sükutunu giyme vakti geldi. Konuşmadığı kadar konuştuğu bir sükut elbisesi var artık. Kendisine sükutu hediye ettim diye bana oldukça dargın. Belki de bir hediyeye ancak bu kadarhüzünlü hazar sağlanabilir. Merhemin adı artık hüzünlü hazar oldu. Fikir mühendisi ünvanına nail olması için beyin üniversitesini bitirmeyi sağlayan, içeriği bilim olan güçlü ve ağır bir kitap. Kitaplar da konuşmaz, okunulur ya; işte hüzünlü hazarın da dili yok, manzarası ise çok mana barındıran ruhani bir doğa harikası oldu artık.
Gürsel Özkır

Yalnızlık Teoremi

"Bu belirsiz bir bilinmezlik değil, uçtan uca şifrelenmiş bir şey de değil, aksine, ardına kadar önü açık ve kapısı olmayan bir şey ya ...